Günümüzde birçok aile, çocuklarının daha iyi bir eğitim alabilmesi için özel okulları tercih etmektedir. Bu tercih, sıklıkla özel okulun otomatik olarak “kaliteli eğitim” anlamına geldiği düşüncesine dayanır. Ancak bu yaygın inanış, sanıldığı kadar doğru değildir. Eğitimde kalite, yalnızca okulun statüsüyle değil; öğretmen niteliği, eğitim felsefesi, müfredat içeriği, pedagojik yaklaşımlar ve okulun öğrenciye sunduğu bireysel gelişim fırsatlarıyla doğrudan ilgilidir.
Özel okullar genellikle daha küçük sınıf mevcudu, fiziki imkanlar ve teknolojik donanım gibi avantajlara sahiptir. Ancak bu faktörler, kaliteli eğitim için yeterli değildir. Eğitim, sadece bir “hizmet” değil, aynı zamanda bir “etkileşim” sürecidir. Öğretmenin donanımı, sınıf içi uygulamalar, öğrenciyle kurulan bağ ve öğrenmeyi teşvik eden ortam, eğitimin gerçek değerini belirler.
Eğitim sosyologlarına göre, okullarda sağlanan öğrenme deneyiminin niteliği, öğretim yöntemlerinin öğrenciye uygunluğu ve öğretmenin pedagojik yetkinliğiyle doğrudan ilişkilidir. Türkiye’de de zaman zaman kamu okullarında görev yapan son derece idealist ve yetkin öğretmenlerin, özel okul öğretmenlerinden çok daha başarılı işler çıkardığına şahit olunmaktadır.

Ayrıca, birçok özel okulda ticari kaygıların ön plana çıkması, eğitimi bir “müşteri memnuniyeti hizmetine” dönüştürebilmektedir. Bu durum, disiplinin zayıflamasına, öğretmenin otoritesinin sarsılmasına ve öğrencinin öğrenme sorumluluğundan uzaklaşmasına neden olabilir. Oysa kaliteli bir eğitim ortamı, sadece memnuniyet değil, aynı zamanda gelişim ve dönüşüm de sağlamalıdır.
Kısacası, özel okulda okumak bir avantaj olabilir; ancak bu, her zaman “iyi eğitim” alındığı anlamına gelmez. Asıl belirleyici olan; okulun eğitim felsefesi, öğretmenin niteliği, öğrencinin bireysel ihtiyaçlarına verilen değer ve öğrenmeyi yaşamla ilişkilendiren bir anlayışın varlığıdır. Etiketlere değil, içeriğe odaklanmak gerekir.