Osmanlı İmparatorluğu’na dair halk arasında sıkça dile getirilen yanlış inanışlardan biri de “Osmanlı döneminde herkes Arapça konuşuyordu” şeklindeki iddiadır. Bu düşünce, tarihsel gerçeklikten uzaktır ve genellikle Osmanlı Türkçesi’nin Arap alfabesiyle yazılıyor olmasından kaynaklanan bir yanlış anlamaya dayanır. Oysa alfabe ile konuşulan dil aynı şey değildir. Bu fark göz ardı edildiğinde, Osmanlı toplumunun dilsel yapısı da yanlış yorumlanır.
Öncelikle bilinmesi gereken en temel gerçek şudur: Osmanlı Devleti’nin ana dili Türkçedir. Devletin kuruluşundan çöküşüne kadar Anadolu’da yaşayan halkın büyük çoğunluğu, gerek günlük yaşamda gerekse kültürel üretim alanlarında Türkçe konuşmuştur. Osmanlı yönetici sınıfı tarafından kullanılan yazı dili ise zamanla Arapça ve Farsça’dan büyük ölçüde etkilenmiş, bu etkiler dilin sözcük hazinesine ve üslubuna yansımıştır. Fakat bu, dilin özünün Arapça olduğu anlamına gelmez.
Osmanlı’da kullanılan yazılı dil, yaygın adıyla “Osmanlıca”, Türkçeye dayanan bir dildir. Arapça ve Farsça’dan alınmış binlerce sözcük barındırmasına rağmen, dilin yapısı –yani gramer kuralları, cümle yapısı ve kökleri– Türkçedir. Osmanlıca, özellikle devlet yazışmalarında, divan edebiyatında ve yüksek zümre arasında kullanılan oldukça süslü, ağdalı ve ağır bir dildi. Ancak halk, bu dilden farklı olarak konuşma dili olarak Anadolu Türkçesini kullanıyordu. Köylüler, esnaflar, zanaatkârlar, kadınlar, çocuklar – kısacası toplumun geniş kesimi – günlük hayatlarını sade Türkçe ile sürdürüyordu.
Peki Arapça neden bu kadar baskın algılanıyor? Bunun başlıca nedeni, İslam dininin kutsal kitabı Kur’an’ın Arapça olması ve medrese eğitiminin Arapça temelli ilimler etrafında şekillenmesidir. Arapça, bu nedenle dini metinlerin, fıkıh ve kelam kitaplarının dili olmuş; medreselerde öğrenilen “ilim dili” olarak varlık göstermiştir. Ancak bu kullanım, sadece belirli bir eğitimli kesimle sınırlıdır. Arapça günlük hayatta konuşulan bir dil haline gelmemiştir.
Tıpkı günümüzde Latin alfabesini kullanmamıza rağmen Türkçe konuşuyor olmamız gibi, Osmanlı döneminde de Arap harfleriyle yazılmış metinler Türkçe dilini temsil ediyordu. Yani mesele, alfabenin Arapça olması değil, dilin yapısının ne olduğudur. Bir alfabe, birden fazla dili yazmak için kullanılabilir. Nitekim Arap alfabesi sadece Arapça’da değil; Farsça, Urduca ve Osmanlı Türkçesi gibi farklı dillerde de kullanılmıştır.

Ayrıca dönemin edebi eserleri, halk hikâyeleri, maniler, türküler ve destanlar da bize halkın hangi dili konuştuğunu açıkça gösterir. Karacaoğlan’dan Dadaloğlu’na, Yunus Emre’den Köroğlu’na kadar uzanan halk şiiri geleneği; sade, anlaşılır ve içten bir Türkçeyle halkın diliyle yazılmıştır. Bu da Osmanlı’nın kültürel yapısında yaşayan dilin Türkçe olduğunu net bir şekilde ortaya koyar.
Sonuç olarak, “Osmanlı’da herkes Arapça konuşuyordu” iddiası, tarihi gerçeklerle çelişen bir şehir efsanesinden ibarettir. Osmanlı toplumu çok dilli bir yapıya sahipti; farklı bölgelerde Ermenice, Rumca, Kürtçe, Arapça, Çerkesçe gibi çeşitli diller konuşuluyordu. Ancak devletin merkezinde, özellikle Anadolu coğrafyasında ve halkın ezici çoğunluğunun hayatında, günlük iletişim dili Türkçeydi. Osmanlıca’nın Arap harfleriyle yazılması, onu Arapça yapmaz. Alfabe ile dil arasındaki bu farkı bilmek, dil tarihimiz açısından son derece önemlidir.

